Evrimi çökertecek gelişmeleri sağlayan bazı bilim adamları, neden kendileri teoriyi çökerttikleri halde evrim teorisini terk edip Allah’a boyun eğmiyorlar?
Değerli kardeşimiz,
Okuyucumuz sorusunda haklıdır. Bilimle uğraşan insanlar, kâinatta inceledikleri varlıkların mutlaka bir ilim, irade ve kudretin eseri olduğunu gördükleri ve bildikleri halde bir yaratıcıyı niçin inkâr etmektedirler?
Bir harf kâtipsiz, bir iğne ustasız olmazken, şu koca kâinatın sahipsiz olması mümkün müdür?Elbette mümkün değildir.
Gözlük camına mürekkepli bir kalemle birkaç nokta konduğu zaman, bu noktalar bazen bir dağın görünmesine engel olur. Aynen bunun gibi, işlenilen günahlar sebebiyle insanın manevî kalp gözüne konan noktalar, pek çok hakikatin görünmesine engel olur.
Güneş, nur ve ziyadır. Girdiği yeri aydınlatıp, nurlandırıp, gül ve reyhanların, nergis ve lalelerin teşekkülüne sebep olurken, aynı güneş, mahiyeti bozulmuş maddeleri kokuşturur ve çürütür. Bunun gibi, mana âlemi günahlar sebebiyle bozulmuş kimselerin, kâinattan aldıkları marifet nurları âlemlerinde söner. Her bir varlık, Allah’a açılan bir pencere iken, onun âleminde gelişigüzelliğe ve tesadüfe dönüşür. Onların artık hakikate nüfuz etmeleri mümkün değildir. Çünkü Cenab-ı Hak öyleleri için buyuruyor;
“Onların kulakları vardır işitmez, gözleri vardır görmez, akılları vardır fakat idrak etmez. Şeytan onların amellerine kendilerine hoş gösterir.” (A’raf, 7/179)
Bizim böylelerin avukatlığını yapmamıza gerek yok, şeytanlar onu ziyadesiyle yapıyor. Biz, Allah’a inanmanın bir iman meselesi olduğunu gözden uzak tutmamalıyız.
Allah’a inanmanın yolu, Allah’ı bilme ve anlama yönünde gayret sarf etmekten geçiyor. Ancak bu da yeterli değildir. Cenab-ı Hak da ona iman nurunu ihsan edecek. İnsan, iradesini bu yönde kullanmazsa, Allah iman nasip etmiyor. İnsan cüzi iradesini bu yönde kullanınca da o iman nuru, yine Allah’ın lütuf ve merhametine bağlı olarak insanın ruhuna yerleşir.
Biz başkasına Allah’ın bu ikramı niye yapmadığına değil, bize ihsan ve lütfettiği bu iman nimetine karşı şükrünü eda ve O’na minnettarlığımızı bildirmeye gayret etmeliyiz.
Bilmeliyiz ki, dünya ve ahirette bu iman nimetinden daha büyük ve değerli bir ihsan ve lütuf olamaz. Dolayısıyla böyle bir nimete mazhar olmak, Allah’ın yanında ne kadar kıymetli, değerli ve sevgili olduğumuzu gösteriyor.
Her halde bize düşen görev, bu sevgi ve lütufa mazhar olmaya çalışmaktır. Yoksa böyle bir nimetin elimizden alınması için, başta şeytan ve nefis ve kötü arkadaşlar her an çalışıyorlar.
Tabir caiz ise, bu nimeti kaybetmemek için ona dört elle değil, belki sekiz elle sarılmalı ve Allah’a, bu nimeti bizden almaması için yalvarmalıyız. Çünkü iman nimeti insanın hem dünyasını hem de ahretini aydınlatıyor. Sahibine dünyada da cennet hayatı yaşatıyor.
Selam ve dua ile…
Sorularla İslamiyet
Yorum gönder