Eş’arilere göre Allah’ın fiilleri hikmetsiz olabilir mi?
Soru Detayı– Es’arilere göre Allah’in fiilleri hikmetsiz olabilir, teklifi mala yutak caizdir, insan iradesinde muhtar suretinde muztar’dir yani Allah’tan cebir ediliyor. Böyle bir inanç nasslara aykırı değil mi?
– Bediüzzaman: Allah “Hakim’dir, abes is yapmaz” Bkz. Kuran: (38:27,44:38,21:16,23:15,75:36,45:21,10:5,51:56) Esariler:
1) Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi Şerhu’l-Akaid(Taftazani),Dergah Yayinlari “Maturidî: Allah çirkin bir şey yapmaz, zira çirkin bir şeyi yapması çirkin olur.Bu da aklen imkânsızdır.Allah mü’mini ebedi olarak cehennemde yakmaz,kâfiri cennete göndermez. Eş’arî: Allah’ın fiillerinde çirkinlik diye bir şey yoktur. Allah bir peygamberi ebedi olarak cehennemde yaksa, buna karşılık bir kâfiri cennete gönderse dahi çirkin bir iş yapmış olmaz” (40-51, 227-247….)
2) Fahreddin Râzi,Tefsir-i Kebir Mefâtihu l-Gayb, Akçağ Yayınları “Allah, her ne irade ederse o şey güzel olur. O´nun fiillerinden hiçbirisi, hikmet ve fayda gözetilme sebebine bağlanamaz… O´nun yapmasının ve fiilinin sebebi yoktur. O´nun hüküm ve fiillerinden hiçbirisi, herhangi bir sebebe bağlanamaz.” 12/263-264 “..fiil ve hükümlerini bir takım sebeb ve gayelere bağlamanın imkânsız..”3/526-528 “Ehl-i Sünnete göre, Allah Teâlâ´nin hükümlerini herhangi bir hikmete bağlamak gerekmez” 3/531 “Cebrin söz konusu olduğunu söylemek gerekir… INSAN, MUHTAR SURETINDE OLAN BIR MUZTARDIR” 11/160-162,17/398-399,15/170
3) Gazali, Itikat’ta ölçülü olmak “Allah’ın kullarını… onları güçlerinin dışında olan şeylerle sorumlu kılması veya herhangi bir karşılık vermeksizin onlara eziyet etmesi ve sıkıntı vermesi de caizdir… O bütün kâfirleri affedebilir, bütün müminleri cezalandırabileceği gibi,bu onun hiçbir sıfatına da aykırı düşmez”
4) Gazali, İhya-u Ulumiddin Bedir yayınları: “Cehennemi yarattı, onun da adamlarını yarattı. Onlar da dilese de, dilemese de o tarafa doğru giderler”(4/311) “Muhammed(as)’i yaratılmadan önce en üstün makama yükselten, Ebu Cehil’i de yaratmadan ve hiç günah işlemeden yerin dibine batıran kimdir? Elbette ki Allah’tır” (4/292-293)7.
Değerli kardeşimiz,
– Bilindiği üzere bir sözün gerçeğe uygun olarak değerlendirilmesi, onu kendi bağlamını göz önünde bulundurmakla mümkündür.
Bediüzzaman Hazretlerinin de ifade ettiği gibi, bir sözü değerlendirirken, “Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?”(bk. Sözler, s. 430) şeklinde onun dört kaynağına bakmak gerekir. Yalnız söze bakıp hüküm vermek doğru değildir. Çünkü söylenen bir söz kuvvetini, güzelliğini, katma değerini bu dört unsurdan alır.
Bu sebeple, Ehl-i sünnetin tarih boyunca hak ve hakikatin savunucusu olan, her biri kendi devrinde ve daha sonra da takva, akıl, zekâ ve ilminden ötürü parmakla gösterilen Eş’ari kelamcılarını bir çırpıda mahkum etmek yerine, onların hangi bağlamda bunları söylediğini, kime karşı bunları seslendirdiğini öğrenmek ve hüsnüzanla onları değerlendirmek, onları anlamaya çalışmak her müminin onlara karşı bir vefa borcudur.
Zira onlar tarih boyunca “fırak-ı dalle” denilen sapık fırkalara karşı mücadele eden Ehl-i sünnetin yegâne temsilcileri konumunda olmuşlardır. Eserleri meydandır.
– Bununla beraber, şüphesiz hiçbir insan hatasız değildir. Peygamberler dahi hata etmiş ancak Allah tarafından hataları anında düzeltilmiştir. Bu sebeple Eşarilerin hiç hataları olmamış diyemeyiz. Ancak, onları “seleficilik” oynayan bazı kimselerin insafına terk edemeyiz. Özellikle sıfatlar konusunda ayet ve hadisleri tevilsiz kabul edip, özellikle bu asırda Allah’ın bazı vasıflarını maddi, cismani gibi algılanmasına sebep olan “zahir-peretslik” mesleğini hararetle savundukları için, bu konuda tevil yolunu kabul edip Allah’ın sıfatlarını “zaman-mekân dışında, hiçbir yaratılmış varlığa benzemeyen” bir “Allah tasavvuru” çerçevesinde değerlendiren Ehl-i sünnetin kelamcıları olan Eşarilere ver yansın etmeye başlamışlardır.
İnterneti de âdeta işgal eden bu vahhabi zihniyetin Allah’ın dinini en güzel şekilde savunan ve her türlü sapık fırkaya karşı mücadele eden Eşarilere karşı -özellikle- “Ehl-i sünnet” perdesi altında açtıkları savaş ibret vericidir.
Oysa seleficilerin yegâne yanılmaz imam olarak gördükleri İbn Teymiye dahi Eşarilerin bazı yanlışlarını kabul etmekle beraber; “Ehl-i Sünnet ve ehl-i hadise en yakın olanların Eşâri kelamcıları olduğunu” bildirmiştir. (bk. İbn Teymiye, Mecmuu’l-Fetavî,el-Medinetu’n-nebeviye, 1416/1995, 6/55)
Keza: “Alimler Furuu’d-din kısmını / dinin furuatını açıklamayı üstlenirken, Eş’ari kelamcıları ‘usulu’d-din’e (İslam dinini akidesini teşkil eden iman esaslarına) hizmet etmişler” sözü de İbn Teymiye’ye aittir. (bk. Mecmu, 4/16)
– Bu kısa bilgilendirmeyi bir giriş olarak takdim ettikten sonra, soruda yer alan konulara bakalım:
1) Bu meselede Maturideler Mutezile’ye yakın bir yaklaşım içindedir. Konunun esası “husün-kubuh” (güzellik-çirkinlik) meselesidir. Önce şunu belirtelim ki, akıl bir şeyin güzel veya çirkin olduğunu bilecek bir meziyete sahiptir. Bunda hiçbir akl-ı selim sahibi tereddüt etmez. Fakat mesele, Allah’ın emir ve yasaklarında her zaman -insanların bakış açısına göre- güzel veya çirkin olanı seçmek zorunda olup olmadığıdır? İşte bu soruya Eşariler “hayır” cevabını tercih ederler. Çünkü,
a) Allah’ın bir şeyi tercih etmeye mecbur olması, onun mutlak iradesine terstir.
b) Allah mülkün sahibidir, mülk sahibi mülkünde dilediği şekilde tasarruf hakkına sahiptir ve bu tasarruf asla çirkin olarak adlandırılamaz.
c) Vahiylerde, Şeraitlerde farklı yasaklar vardır. Bazı dinlerde caiz olan bazı hususlar diğer bazı dinlerde yasaklar kapsamına alınabilir. Örneğin; Hz. Âdem ve Havva’dan olan kardeşler (bir batın arayla) evlenebiliyordu. Daha sonraki dinlerde bu yasaklanmıştır. Demek ki, gerçekte güzellik ve çirkinlik Allah’ın emir ve yasaklarıyla tahakkuk eder.
d) Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin görüşüne bakmakta fayda vardır. Ona göre, Mutezileler der ki:
“Eşyanın zâtında hüsnü var. Sonradan, o hüsne binaen emredilmiş. Eğer kubhu varsa, sonradan o kubha binaen nehyedilmiş… Demek, (Mutezileye göre) eşyada hüsün ve kubh zâtîdir. Emir ve nehy-i İlahî ona tâbi’dir. “(Nur’un İlk Kapısı, s. 157)
Yani: Bir şey zatında güzel ise Allah onu emreder, çirkin ise onu yasaklar. Allah’ın emir ve yasakları ilgili şeyin güzel veya çirkin olmasının zorunlu bir sonucudur.
“Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet Velcemaat (özellikle Eş’ari ekolüne bağlı alimler) derler ki: ‘Cenab-ı Hak bir şeye emreder, sonra hüsün olur; nehyeder, sonra kabih olur.’ Demek emir ile güzellik, nehiy ile çirkinlik tahakkuk eder…” (bk. age., a.y)
2) Fahreddin Razi gibi, asrının müceddidi olarak kabul edilen ve “büyük tefsir”in sahibi olan bir zatın Kur’an’da defalarca geçen Allah’ın HAKÎM ismini ve HİKMETİNİ göz ardı etmesi elbette düşünülemez. Yukarıdaki bilgilerin bir kısmı bu soruya da cevap teşkil etmektedir. Bununla beraber burada şunu söyleyebiliriz:
a) Allah’ın emirlerinden ibaret olan ibadetlerin bir kısmı “makulu’l-mana”dır (aklen hikmeti ve güzelliği bilinir). Diğer bir kısmı ise, taabbudidir, teslimiyeti gerektirir, manası aklen idrak edilemez. Taabbudi olan kısmın ne anlama geldiği ve hikmetinin ne olduğu bilinmediğine göre, elbette güzelliği de anlaşılmaz. Örneğin, haccın menasikinin sayıları, namazın rekat sayısı, orucun bir ay olması, zekâtın nisabı, şeytanın taşlanması, Safa-Merve arasındaki dolanımların varlığı ve yedi sayısıyla sınırlandırılması gibi nice ibadetlerin nice cihetleri vardır ki, hikmetini ve güzelliğini bilmek mümkün olmayabilir.
Zaten İslamiyet teslimiyet dinidir. Her şeyi sadece aklına göre değerlendirenler kendi akıllarına ilahlaştırmış olurlar.
İşte Eeş’ariler bu gibi gerçeklere bakarak güzellik ve çirkinliğin Allah’ın emir ve yasaklarına göre şekilleneceğini savunmuşlardır.
b) Eş’arilerin: “Allah’ın fiillerinde çirkinlik diye bir şey yoktur. Allah bir peygamberi ebedi olarak cehennemde yaksa, buna karşılık bir kâfiri cennete gönderse dahi çirkin bir iş yapmış olmaz” şeklindeki sözlerini yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Bunların hepsi mutezilenin “Allah hikmeti takip etmek zorundadır” şeklindeki yanlış telakkilerine karşı verilen cevaptır ve farazi bir kaziyedir. Yoksa Allah’ın böyle bir şey yapmayacağını herkesten çok Eşâriler bilirler.
– Eğer bu prensip kabul edilmezse, “nice sakatların, körlerin, nice açların, mazlumların, mağdurların varlığı, nice hayvanların kesimine izin verilmesi” gibi aklın nazarında çirkin olan işlere nasıl cevap bulabiliriz?
“Allah dilediği şekilde hükmeder.”(Maide, 5/1),
“O, yaptıklarından sorumlu değildir. O’nu sorguya çekecek kimse yoktur, ama insanlar mutlaka sorgulanacaklardır.”(Enbiya, 21/23),
“Allah neyi murat ederse onu yapar.”(Hac, 22/14),
“Allah dilediğini yapar.” mealindeki ayet ve benzerlerinde yer alan ifadeler, Eş’arileri destekler mahiyettedir.
Not:“Bu şey Allah’ın rahmetinin, hikmetinin gereğidir.” demek ayrı bir şey, “Allah şunu yapma zorundadır.” demek ayrı bir şeydir. En azından Eşâriler Mutezilelere “Edeb Yahu!..” demişler…
3) İmam Gazali’nin ilgili sözüne gelince, “el-İktsad Fil-İ’tikad” adlı eserinin “Allah’ın Fiilleri” bölümünde konuyla ilgili Eş’arilerin görüşünü yedi madde halinde şöyle özetlemiştir:
“Biz bu konuda şunu iddia ediyoruz ki:
a) Allah’ın kullarına herhangi bir sorumluluk yüklememesi caizdir.
b) Allah’ın kullarına güçlerinin üstünde bir sorumluluk yüklemesi de caizdir.
c) Allah’ın kullarına -bir karşılığı, bir suç olmaksızın- acı çektirmesi caizdir.
e) Allah’ın en maslahatlı/en faydalı olana riayet etmesi gerekmez.
f) İtaatlere sevap, isyanlara ceza vermesi Allah’a vacip değildir.
g) Peygamberler gönderilmeden kulların yalnız sahip oldukları akıllarından ötürü bir sorumlulukları yoktur.
h) Allah’ın insanlara peygamberler göndermesi ona vacip değildir. Bununla beraber onun peygamberleri göndermesi ne çirkin ne de muhal bir şeydir. Göndermesi durumunda ise onları mucizelerle tasdik etmesi mümkündür.” (el-İktisad Fil-İtkad, Beyrut, 1424/2004, 1/89)
– Görüldüğü gibi, bütün bu ifadeler Allah’ın mutlak iradesini, onun sorgulanamaz olan icraatını, dolayısıyla onun mutlak rububiyet ve uluhiyetinin takdisine yöneliktir. Mutezilelerin özetle “Allah en faydalı olan şeylere riayet etmek zorundadır” şeklindeki itikatlarının yanlışlığına yapılan bir vurgudur. Konuyu bu bağlamda ele alıp değerlendirmek gerekir.
Bütün bu ifadeler, “Allah neyi murat ederse onu yapar.”(Hac, 22/14),“Allah dilediğini yapar.” (Hac, 22/18) “Senin Rabbin dilediğini yaratır, dilediğini seçer.” (Kasas, 28/68) mealindeki ayet ve benzerlerinin ifadelerine aykırı değil, aksine bu manalara uygun birer açıklamadır.
– Tekrar edelim ki İmam Gazali, burada Allah’ın fiilen “hikmet ve rahmetine aykırı” böyle bir şey yaptığını söylemiyor, sadece farazi olarak böyle bir şeyin caiz olduğuna ve Allah’ın mutlak iradesine uygun olduğuna işaret ediyor.
– Ve İmam Gazali bu söylediklerinin doğruluğunu ortaya koyma adına bu konunun olmazsa olmazı olan “vacip, husün (güzellik), kubuh (çirkinlik), abes, sefeh (sefih-akıl dışı şey), hikmet” kavramlarına yer veriyor ve bunları uzun uzadıya açıklıyor.
Örneğin: Vacip kavramının değişik manalarını açıkladıktan sonra -özetle-Allah ile ilgili olan vacibin manasından kastettiğini şöyle ifade ediyor: Vacip demek, onun olmaması halinde -gündüzün geceye, ilmin cehalete dönüşmesi gibi- onun zıddına dönüşmesi ve sahibinin ondan zarar görmesi demektir. Bu ise Allah hakkında muhaldir. (Geniş bilgi için bk. el-İktisad, a.y)
4) İmam Gazali’nin “Allah Cehennemi yarattı, onun da adamlarını yarattı. Onlar da dilese de, dilemese de o tarafa doğru giderler” (4/311) “Muhammed (asm)’i yaratılmadan önce en üstün makama yükselten, Ebu Cehil’i de yaratmadan ve hiç günah işlemeden yerin dibine batıran kimdir? Elbette ki Allah’tır” (4/292-293) manasına gelen ifadelerinin aslı Kuar’an ve sünnette de vardır.
Aşağıda meali verilen ayette cehennem için adamların yaratıldığına dair ifadeyi görmekteyiz:
“Biz cehennem için cinlerden ve insanlardan öyle kimseler yarattık ki onların kalpleri vardır ama bu kalplerle idrâk etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler. Hasılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar onlardır.” (A’raf, 7/179)
Kaderle ilgili olan bu ayetin anlamı kısaca şudur: “Cinlerden ve insanlardan yarattığım bazı kimseler var ki, onlar kendilerine verdiğim (akıl, kalb, göz-kulak gibi) maddi-manevi donanımlarını doğru kullanmadıkları için netice itibariyle cehenneme gireceklerdir.”
Bazı müfessriler bu hakikate işaret etmek için “Zere’na Li Cehnneme”(cehennem için yarattık) cümlesindeki “Li” (lam’ı) illiyet için değil, akıbet, sonuç, netice manasında olduğunu vurgulamışlardır. (bk. Beğavî, Razî, Şa’ravî, ilgili ayetin tefsiri)
– Aşağıdaki hadis-i şerifte İmam Gazali’nin “Muhammed(asm)’i yaratılmadan önce en üstün makama yükselten, Ebu Cehil’i de yaratmadan ve hiç günah işlemeden yerin dibine batıran kimdir? Elbette ki Allah’tır” şeklindeki ifadesini desteklemektedir.
İlgili hadis-i şerifin rivayetine göre, Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:
“… Çocuk anne rahmindeyken Allah, dört kelimeyi / dört hususu yazmakla görevlendirilen bir melek gönderir ve kendisine: ‘Onun amelini, rızkını, ecelini bir de şaki (cehennemlik) veya said (cennetlik) olduğunu yaz.’ diye emredilir. Sonra kendisine ruh üflenir…”(Buharî, Bedu’l-halk, 6)
Bu hadis-i şerifte insanların daha anne rahminde iken, onların ecelleri, rızıkları, ehl-i şekavaet veya ehl-i saadet oldukları husus yazılıp hükme bağlanacağı ifade edilmiştir.
Ancak şunu belirtelim ki, Gerek bu hadiste ve gerekse İmam Gazali’nin ifadesinde yer alan bu husus kaderle ilgilidir. Kader ise Allah’ın ilminin bir nevidir.
Bu sebeple, Allah’ın olmuş, olmakta olan ve olacak olan her şeyi bilmesi onun ezeli-ebedi ve sonsuz olan ilminin bir gereğidir. Herhangi bir şeyi bilmemesi mümkün değildir.
Ancak Allah’ın bir ismi de âdildir. Elbette kimseye haksızlık etmez. O halde, bu gibi ayet ve hadislerin manası şudur: Allah kimin kendi özgür iradesiyle cennet yolunu, kimin de cehennem yolunu tercih edeceğini bilmektedir. Ayet ve hadislerin ifadeleri, onun bu ilmine işarettir. Yalnız, Allah’ın peygamberlerine özel lütuflarda bulunması ayrı bir ihsandır, bir haksızlık değildir.
Selam ve dua ile…
Sorularla İslamiyet
Yorum gönder